Tarihin değil, bir öykünün kahramanı
1912’de Koca Balkanlar’ın geçitlerinde mevzi tutmaya, siperde yatmaya sevk edilen acemiler arasında Amasralı Barutların Hüseyin de vardı. O savaş bitti; daha büyüğü başladı. I. Dünya Savaşı (1914 -1918) bir değil birçok cephede, on binleri değil yüz binleri yuttu. Hüseyin, bu sınavı da “muharebe deneyimli, üstelik yarası beresi iyileşmiş” bir nefer olarak savuşturdu. Amasra yaşlıları, 1960’larda anılarını anlatırken, “Seferberliğe uğurladığımız Amasralı 93 kişiden üç kişi sağ döndü, bir Barut Hüseyin’di derlerdi. Bu cıva gibi genç, 1919 yılı baharında Amasra’ya döndükten iki ay sonra Anadolu Savaşı için gönüllü yazılanlara karıştı; yerel Tarassut Müfrezesi’nde görevlendirildi. 1922’de terhis oldu.
Amasra, kendi insanlarına doğal güzelliğinden başka ne verebilir?.. Balıkçılık, yarı aç yarı tok rençberlik, mavnalarda, yelkenlilerde tayfalık. O da yaşamak için bunları denedi taşçılık, çobanlık etti. Evlendi, çocukları oldu. Yiğit namıyla anılır derler; aile lakabı sonra soyadı olan “Barut”u lakap olarak taşıdı ve ölünceye dek “Barut Hüseyin” olarak anıldı.
Yaşamını kasabanın kırlarında çobanlıkla geçirirken ahir ömründe, dalgıçlık yapan oğlunun vurgun yiyip ölmesi, “İstiklâl Savaşı gazisi” aylığının bağlanmaması, ölümüne yakın başına konan devlet kuşları oldu!
Onun terhisinden kırk bir sonra ben de 1963’te terhis olup Amasra’ya tarih öğretmeni atandığımda düşündüğüm şey, aylığımın, teğmenken aldığımdan az mı olacağıydı! Oysa ne askerken ne de uzunca yaşamında beş kuruş aylık almayan Barut Hüseyin’in böyle bir kaygısı hiç olmamıştı!
Bu cılız, çekirge gibi hareketli, ama aksak, yoksul ihtiyarı nasıl tanıdım? Tarih anlatmak, harabeleri gezdirmek için öğrencileri, bazilika yıkıntılarına, Akropol eteklerine götürdüğümde çevresinde inekler danalar, elinde bir sopa, dudağında sigarasıyla görürdüm onu. Bizi fark edince hemen hayvanları uzaklaştırır, kasketini saygı anlamında buruşturup eline alır peşlerinden giderdi. Bir gün, öğrencilere hazırlık ödevi verdikten sonra yanına gittim. Istırap yüklü, yaşlı ve bakımsız bir yüzü, memnuniyet gülümseyişi ne kadar açabilir ki?.. Üstelik bir de “acaba?” kuşkusu varsa! Soruma yanıtını unutmadım: “Muallimin ders yaptığı yerde hayvan bulunması ayıptır! “
Ayağında eski lastikler, bacağında kısalmış pantolon, sırtında omuzları düşük bir ceket, yakasız, yamalı bir işlik! Göz kapakları kırmızı, sakalları uzamış, hazır ol vaziyetinde, her soruda daha bir toparlanarak kendisini -Bana Barut Hüseyin derler, diye tanıtmış; kasabın kesimlik hayvanlarını günlüğü bir somunla bir paket köylü sigarası karşılığında otlattığını anlatmıştı.
Öldüğü 1969’a kadar ona ve eşine, – bırakalım askerlik hizmetini – vatandaş olarak kamudan ve toplumdan gereken ilgiyi görmeleri gerektiğini hissettirmek ve yardım sağlamak amacıyla mahalle muhtarlığının ilmühaberi ekli, uzun dilekçelerle Milli Savunma Bakanlığına, Genelkurmay Başkanlığına, Eski Muharipler, Muharip Gaziler, Malul Gaziler cemiyetlerine, Bartın Üs Komutanlığına başvurulardan (*) önemli bir sonuç alınamadı.
Hüseyin Barut, Amasra’ya gelen Muharip Gaziler Cemiyeti Başkanı Emekli Kur. Alb. Sadık Atak’la, Balkan, I.Dünya, İstiklâl savaşlarına katılmış, emekli Albay Mazlum Keyüsk’le başka yaşlı gazi subaylarla, Milli Mücadele’de Amasra’da Tarassut Müfrezesi komutanı olan Bartın Belediye başkanı Kemal Samancıoğlu ile görüştürüldü. Adlarını verdiği komutanları tanıyanlar vardı. Hafızasının berraklığına hayret ederek sorular yöneltmiş, yanıtlarının doğruluğunu onaylamışlardı.
Genelkurmay Başkanlığına, Milli Savunma Bakanlığına, Gaziler Cemiyetlerine gönderilen dilekçelerinde anlattıklarının “tarihe ilişkin” satırları şunlardır:
“Tevellüdüm 1307’dir. Balkan Harbinde kardeşimle birlikte savaştık. Dünya Harbinde ise 78. Piyade Alayı askerlerindendim. Düşmanın Anafartalar’a hücumu sırasında onlarla boğuştuk, çoğunu yarı denizde, yarı da sahil sularında perişan ettik. Fakat düşmanın gemilerden açtığı şiddetli top ateşi sırasında 1800 asker yaralandı, şehit oldu. Ben de dizkapağımdan yaralandım. Hastanede doktor benim sırtımı sıvazlamıştı. Üç ay sonra iyileşip hastaneden çıkınca beni Dobruca’ya gönderdiler. Anafartalar’da bölük komutanım Afyonkarahisarlı yüzbaşı Hüseyin Efendiydi. Daha sonra Galiçya’da şehit olduğunu öğrendim. Dobruca’da 25. Kolordu komutanımız Mustafa Hilmi Paşa; dahil olduğum yeni 74. Alay’ın kumandanı Kürt lakabıyla maruf Bedirhanoğlu miralay Ahmed Bey, 3. Tabur komutanım binbaşı Naşit Bey, bölük komutanım Çerkes Asım Efendi idi. Kendisi yüzbaşı idi. Dobruca’ya varınca, bizi Pravalya’ya sevk ettiler. Tam o sırada, bir süvarinin getirdiği haber üzerine bizi silah başı ettiler. Bize Bulgar elbisesi, miğferi dağıttılar. Süngüleri taktık, Romanya askerinin bize doğru gelişini takibe başladık. İyice yaklaştılar. Tabur olarak avcı hattına çıktık. Romen askerleri bizi görünce : -Und Osman Paşa! (Bunlar Osman Paşa askeri) diyerek geri çekilmek istedilerse de süvarilerimiz sardılar, yüzlerce esir aldığımız bir savaş oldu. Bu savaşta ilk silahları avcı hattında olan biz ateşledik. Daha sonra Toprakhisar’da istihkâm yaptıksa da düşman bizi bozdu. Alay komutanımız çekilmemize mani olarak ikinci hatta geçmemiz emrini verdi. Bir kere daha düşmana atılarak yine bozduk. Daha sonra, Kalas’ın cenubunda siperler yaptık ve tam iki sene siperde, kar ve buz altında kaldım. Mütareke olunca, Köstence’ye geldik. Oradan Batum’a gönderildik. Toprakhisar’da da ayak bileğimden yara aldığım için beni topçu olarak ayırdılar. İki sene de Kafkas cephesinde kaldım. Burada bölük komutanım Yüzbaşı Nuri Bey idi. Biz, 8. Alaya takviye topçu olarak katılmıştık. Kâzım Karabekir Paşa da kolordu kumandanımızdı. Terhis oldum, başka terhis olanlarla kıyılarda çalışan takalara binip Sinop’a oradan da memleketim olan Amasra’ya geldim. Amasra’nın iler gelenleri beni davul zurna çaldırarak karşıladılar. Buna çok sevindimse de evimin kapısını açınca kimseleri bulamadım. Uzun harp yıllarının sefaleti için de anam da babam da hastalıktan ölüp gitmişlerdi. Çok geçmeden Kuva-yı Milliye kurulunca ben de derhal Kuvay-ı Milliye Dairesine gidip gönüllü yazıldım. Ayağımda Çanakkale Savaşında aldığım yaradan sakatlık kaldığından beni cepheye sevk etmeyerek Amasra Sahil Tarassut Müfrezesine topçu askeri olarak verdiler.(***) İki sene de burada top başından ayrılmadım. Sonra terhis oldun dediler. Vatan için, Türk namusunu korumak uğruna her fedakârlığa katlandım. Karlı siperlerde kaldım, yaralarıma aldırmadım. Vatan selamete kavuşunca da çobanlığa başladım. Bir ara taşçılık ettim. Bu işi uzun müddet yapamadım. 45 yıldır nafakamı temin için çobanlık ediyorum. Ailem yatalak, bakacak kimsemiz yoktur. Bir gün çobanlığa gitmesem kuru ekmeğe muhtaç kalırız. Gaziler Cemiyetinde, komutanlarımdan sağ olanlar herhalde vardır. Okuma yazma bilmiyorum. Tezkerem de kumandanların verdiği öteki kâğıtlar da kayboldu. Bir gün lazım olacağını bilemedim. Gelibolu’da, Alaman kumandanımız Golç Paşa, bana galiba madalya verecekti; çünkü yaverine adlarını okutup ayırttığı askerler içinde ben de vardım. Yanımıza geldi ve bize bir şeyler söyledi. Yaver de size –Aferin diyor, mükâfat verecek! demişti. Ertesi gün yaralandığımdan beni hastaneye yatırdılar. Taburcu olunca 74. Alaya verdiler, arkası çıkmadı.
“Son iki aydır gözlerim de görmüyor. Gücüm kalmadı. Oğlum dalgıçtı vurgun yiyip öldü. Yaşım seksendir. Bu halimle ne yapabilirim? Senelerce evvel madalya alacağımı söyleyenler oldu ise de o günkü imkânsızlıklar ve cehalet sebebiyle takip edemedim”
T.C. vatandaşı olarak Nüfus’taki kaydı da şudur: “Soyadı Barut, Adı Hüseyin, Babasını adı Mehmet, Anasının adı Hatice, Vilayeti Zonguldak, Kazası Bartın, Nahiyesi Amasra, Mahallesi Kum, Doğum tarihi 1307, Din ve Mezhebi Türkçe İslam, Ölüm Tarihi 30 Kasım 1969”
Barut Hüseyin ve eşi Sakine Kadın, 1969’a değin, biri yatalak öteki gözleri kataraktla kapanmış olarak taş evlerinde yer yataklarında oturdular, yattılar. Genelkurmay Başkanlığı ile Milli Savunma Bakanlığının gönderdiği 200 ve 250 liralık iki yardımla Amasra Deniz Komutanlığı inzibat erlerinin her gün pencereden sefertasıyla bıraktıkları erat yemeği, komşularının yardımları, onları o hallerinde yine de bahtiyar etmişti.
Çanakkale savaşlarının o çevik, coşkulu askeri, yaşadıklarını anlatırken her şeyi unutur, kendinden geçer; siperden fırlar, nişan alır, çekilir, atılır, çöker; öfkelenir, neşelenir, paçasını yukarı sıyırıp yara yerlerini gösterir; teatral sahneler canlandırırdı. Onun bu içtenlikli, pür telaş halleri bana Alphonse Daudet’nin Pazartesi Hikayeleri’ndeki “Commune’ün Türkosu”nu çağrıştırırdı, hareketleri, çehresi, vücut yapısı ile. (****)
Hüseyin Barut, yaşıtı binlercesi gibi, hayatın ezasına cefasına 1890’lardan 1969’a değin göğüs germiş; bir Seferberlik kahraman idi. Bari onlardan yazınımıza A. Daudet’nin Commune’ün Türkosu” veya “Sancaktar”ı benzeri öyküler kalabilseydi!
Tarihin satırbaşlarını “ünlüler” tutmuştur. Muharebe meydanına cephane taşırken alnından vurulan katırın ölümü, tarihin değil bir öykünün konusu olabilir. Yaşamlarında kahramanlıklar saklasalar da sıradan insanların durumu da aynıdır. Seferberlik denen karabasanın cephelerde veya salgın, açlık, soğuk tırpanlarıyla biçtiği milyonların kaçını tanıyabiliriz? Onların sayıları önemsenmiş; olayların boyutu, önemi, ölenlerin yekûnlarıyla anlatılmaya çalışılmıştır.
Necdet SAKAOĞLU
“Tarihin Değil, Bir Öykünün Kahramanı”
SİZİN KAHRAMANINIZ KİM ?
NTV Yayınları 18 Ekim 2007 ISBN : 978-975-6690-86-4
Dipnotlar(*)
Hüseyin BARUT (1891-1969)
- a) Amasra Kum Mahallesi Muhtarı Mahmut İyidoğan’la üyelerin imzaları ve mührüyle 15 Mayıs 1967 tarihli ilmühaberin içeriği şöyledir: “Kum Mahallesi Eyiceoğlu Sokağı Numara 4’te mukim Mehmet Oğlu 1307 doğumlu Hüseyin Barut, halen karısı 13o7 doğumlu Sakine Barut ile birlikte ve son derece zaruret içinde yaşamaktadır. Her ikisi de hasta ve yaşlı durumda olan karı – kocanın, hiçbir taraftan gelirleri olmadığı gibi, kendilerine muavenette bulunan bir yakınları da yoktur. Oğulları Mehmet Barut ise bir ay önce bir deniz kazası sonucu vefat etmiş bulunmaktadır. Ayrıca adı geçen Hüseyin Barut, Balkan Harbinden itibaren bütün savaşlara girerek muhtelif yerlerinden yaralanmıştır. Şimdiye kadar, bu hizmetlerinden dolayı hiçbir kurum veya daireden kendisine yardım edilmediği de tarafımızdan tespit edilmiştir. Halen, günde 100 kuruş mukabili bir kasabın kesimlik hayvanlarını otlatan, hem kendisi hem de ailesi hasta olan Hüseyin Barut’a işbu ilmühaber tarafımızdan tanzim ve imza edilerek talebi üzerine kendisine verilmiştir”
- b) 8 Mayıs 1967 tarihli T.C. Milli Savunma Bakanlığına dilekçesinin yanıtı, 16 Mayıs 1967 tarih ve T.C. M.S.B. Müsteşarlık Karargâhı Per:5710 – 27 – 67/651 Sosyal iş. Bedrettin Demirel – Tuğgeneral, Personel Daire Başkanı imzalı olup Bartın Askerlik Şb.Bşk’na, bilgi için Hüseyin Barut’a gönderilmiştir. İçeriği şudur:”Aşağıda adresi yazılı Hüseyin Barut, Birinci Dünya Savaşı sırasında yararlıklar gösterdiğinden bahisle moral yardımı talep etmektedir. Durumun tetkik edilerek yardıma müstahak olup olmadığının ivedi bildirilmesini rica ederim”
- c) 15 Mayıs 1967 tarihli, T.C. Genelkurmay Başkanlığına dilekçenin yanıtı, 26 Temmuz 1967 tarih ve Per: 5710 – 67- DİSİPMOR.2.Ks, Dündar Türay -Kur. Alb. Gnkur. Pers. D. Bşk.V. imzalı olup: “Hüseyin Barut, Kum Mah. Eyiceoğlu Sok. no.4 Amasra Bartın: Müşkül durumda olduğunuzdan bahisle yapmış olduğunuz müracaat üzerine araştırılan imkânlar neticesinde, Silahlı Kuvvetler Moral Yardımından bir defaya mahsus olarak (200) Lira T.C. Ziraat Bankası Ankara- Yenişehir Şubesi kanalı ile adresinize gönderilmiştir. Paranın alındığına dair bilgi verilmesini rica ederim” içeriklidir.
- d) Eski Muharipler Cemiyeti, Muharip Gaziler Cemiyeti ve Malul Gaziler Cemiyeti’nin Ankara’daki merkezlerine, Hüseyin Barut’un dilekçesinden ayrıca, Tarih Öğretmeni Necdet Sakaoğlu’nun gönderdiği 15 Mayıs 1967 tarihli yazıların ortak metni şöyledir: “Sayın Başkan, Biz yeni neslin, tarih olarak okuduğumuz, Türklerin en son savaşlarının isimsiz kahramanlarını, yurdun muhtelif köşelerinde perişan vaziyette görmek, emin olunuz ki çok sarsıcı ve acıdır.. İlişik dilekçeyi gönderen Hüseyin Ağada bunlardan biri ve belki de en zor durumda olanlarındandır. Dört senedir Amasra’da tarih öğretmeni olarak görevli bulunuyorum. Buralı değilim; adı geçen şahısla da uzak veya yakın bir ilgim yoktur. Hüseyin Ağa’nın ifadesinin gerçekliğini bir öğretmen olarak tasdik ederim. Bütün kasaba halkı ve bilhassa akranları onu bana hep aynı şekilde tanıtmışlar ve gençliğindeki fedakârlıklarını överek anlatmışlardır. Nüfus kaydına göre 76 yaşında olan Hüseyin Ağa, şimdi son derece perişan. İyilikseverlerin yardımları onu memnun etmek bir yana manen daha da çökertiyor. Zira sadakaya muhtaç olmak istemiyor. O belki de yarım asır önceki fedakârlıklarının bir lütfuna, şu en âciz çağında erişmek istiyor. Cemiyetinizin gerekli müzahereti göstereceğine emin olarak saygılarımı sunar, mensupları aziz büyüklerimize sağlık ve iyi günler temenni ederim”
Bu yazılara sadece Türkiye Muharip Gaziler Cemiyeti, 6 Haziran 1967 tarihli Genel Başkan Sadık Atak y.2.Başkan Suphi Özden imzasıyla şu yanıt verilmiştir: “Sayın Necdet Sakaoğlu Tarih Öğretmeni Amasra – Bartın: Göndermiş olduğunuz 15.5.1967 tarihli mektubunuzla ilişikleri gözden geçirildi. Cemiyetimizin kuruluş gayesi İstiklâl madalyası sahiplerini sinesinde toplamak ve yoksullarına yardım etmektir. Sayın Hüseyin Barut da mektubunda birçok cephelerde savaştığını bildirmekte ise de İstiklâl madalyası sahibi olmadığından kendisine cemiyetimizce bir yardım yapılmasına maalesef imkân bulunmadığını ve kendisine bu yolda anlatılmasını rica ederiz.”
(**)) Hüseyin Barut’un sağlık durumundaki ciddiyeti bizzat gözlemleyen Bartın Deniz Üs Komutanı Gv. Alb. İsmail Göksu’nun, Zonguldak Devlet Hastanesi Başhekimi Operatör Dr. Hüseyin Erçin’e 19 Kasım 1968 tarihli mektubu: “Muhterem Başhekimimiz: Amasra’da hanımlarımızın kurduğu yardım derneğinin ilgilendiği yaşlı, kimsesiz bir gazi var. Hüseyin Barut. Belki bir operasyonla görme imkânına kavuşacak. Amasra Ortaokulu Müdürü sayın Necdet Sakaoğlu vasıtasıyla değerli ilginize başvurmuştuk. Görelim, mümkün olanı yaparız demiştiniz. Hastayı bir erimizle göndermiş bulunuyoruz. Durumu hakkında gerek erimiz Ertan ile gerekse –yatırıldığı taktirde- telefonla bilgi verirseniz bizim tarafımızdan gerekli işlemleri yürütülecektir. Yardım derneği adına teşekkürler ederim. En iyi dilek ve saygılarımla” içeriklidir.
(***) Merhum Kemal Samancıoğlu’dan, Amasra Sahil Tarassut Müfreze Komutanı olarak, 19 Temmuz 1919’da gönüllü yazımına başladığını, fakat başvuranların çokluğundan, silah ve para bulununcaya kadar yazımı durdurduğunu dinlemiştim. Bkz Necdet Sakaoğlu, Çeşm-i Cihan Amasra, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1999 s.122-123
(****) Alphonse Daudet, Pazartesi Hikayeleri (Contes du Lundi) (Dünya Edebiyatından Tercümeler serisinden: çev.Sabri Esat Siyavuşgil) İstanbul 1962, Milli Eğitim Basımevi, s 155-160