“Amasra.net Tarihe Yolculuk Yaptırır”
“Tüm uygarlıklar, insanın var oluşu ile birlikte eski çağlardan beri meydana gelen kültür birikimleri ve etkileşimleri sonucunda meydana gelmişlerdir. Anadolu uygarlıkları, günümüzden Tarih öncesinin en eski evrelerine kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Üzerinde bin yıldan beri yaşadığımız bu toprakların Tarih öncesi çağlardan günümüze kadar gelen kültür mirasının tümüne sahip çıkmamız en doğal hakkımız ve görevimizdir.”

“Bartın ve çevresinde hangi uygarlıkların izlerine rastlarız” diyerek yola çıksak, yolculuğa nereden başlarız?

Günümüzün gelişmişlik ve medeniyet ölçüsü sayılan asfalt yollardan ve birbiri üstüne yaslanmış apartmanlardan uzaklaşmak ilk adım alacaktır.
Ardından, gerçekten de gelişmişliğin ölçüsü sayılacak Kitaplar ve Bilgi çağının Bilişim olanakları bu ilk adıma eşlik edecektir.
Bartın ve Amasra tarihi üzerine yazılmış eserlerden Semavi Eyice’nin “Küçük Amasra Tarihi” ile Necdet Sakaoğlu’nun “Çeşmi Cihan Amasra” isimli kitaplarının satırları arasındaki gizli hazinelere ulaşmak için “DEFİNECİ” olmak denenecektir. Google Earth uydu görüntülerinden yer tespitleri yapılacaktır.“Antik Dönemin Son Yolculukları Nerede Sonlanır” Sorusunun cevabını arayacağız.
Bu topraklarda binlerce yıl önce yaşamış olanların anıt mezarlarına ulaşmaya çalışacağız.
Bartın’nın Karasu, Çeştepe ve Durnuk höyükleri az bilinen tarihi hazinelerimiz. İşte biz de bu manevi değeri bulmak için yollara düşeceğiz. Onlardan sonuncusunu; DURNUK Kaya Mezarını keşfedeceğiz.
Hedefimiz “KAYA MEZARLAR”, yönümüz Bartın’ın Kuzeybatısı.

Mevki; 41derece 39.2684dakika DOĞU, 32 derece 18.4329dakika KUZEY

Orduyeri köprüsünü ve Bartın ırmağını iskelemizde (pardon solumuzda) bırakıp sadece 3 kilometre kadar ilerleyecektik. Bir tepenin kuzey yamacında, kolayca ulaşılan kaya mezarlarını sora soruştura keşfe koyulacak, nasıl olsa oradaki köylülere soracak ve aradığımızı bulacaktık…
Çünkü “Amasra.net tarihe yolculuk yaptırır” diye bir çağrımız vardı ve biz hep bunu yapmaya çalışmıştık.
Bartınlı dostlarımız Ersin Bankoğlu ve Noyan Erözçelik’ten Kaya Mezarlarının yeri hakkında küçük bilgiler almıştık. Yola çıkıldı; Köy isimleri değişikliğe uğramıştı, Durnuk mu, Kocareis mi gideceğimiz köy bir türlü karar verilemedi.
Üstelik değişen başka şeyler daha vardı sanki, “buralarda KAYA MEZARLARI varmış nerede biliyor musunuz acaba “diye sorduğumuz köylülerden ilginç cevaplar aldık.. Biz KAYA diyoruz, onlar ise TAŞ tan söz ediyorlar ve bizi köyler arasında bir aşağı bir yukarı gönderiyorlar.. Biz “Kaya Mezarı nerede” diyoruz, onlar “Dikilitaş şu yukarıdaki tepenin yamacında” diyorlar..

Sonunda söyledikleri DİKİLİ TAŞI bulmuştuk… Ancak bizim aradığımız Taş değil Kayaydı, koskoca kaya oldu taş, bir farkı Dikilitaş… Bu Dikilitaş hiçte Kaya mezar olacak gibi değil di ama biz yine de arkadaşlarımızın söylediği gibi kuzey tarafına dolanıp baktık ve onu bir Kaya Mezara benzetmeye boşuna uğraştık… Bu Dikilitaşın incelenmesinde Sürel Öğretmen son noktayı koydu, “Kaya Mezar ararken Gök Taşı bulduk” iddialarımızı ekibin Coğrafyacısı Sürel hocaya kabul ettiremedik.. Tek çare yine teknolojiden yararlanmak ve cep telefonlarına sarılmak.. Ama teknolojinin diğer ucunda yine insan var, onun bilgi ve tecrübesi var. Ancak bizim danışmanlar Coğrafya özürlü çıktılar ve bizi Durnuk tepelerinde dolaştırıp durdular…
Sonunda TEPEYİ bulduk; ” aramızda ne doktorlar ne mühendisler hatta ne bilişimciler ne coğrafyacılar var”. Üniversite yıllarının usta dağcısı Dr. Sahra ile tecrübeli Denizcimiz Mühendis Hüseyin tepeyi iki yönden saracaklar, arayacaklar.
Bize tarif edilen gayet açık, “KOCAREİS KÖYÜNÜN EN ALT KISMINDA, BARTINA KUZEYDEN BAKAN TATLI BİR VİRAJIN YAMACINDA BÜYÜK BİR KAYAYA OYULMUŞ KAPI VE MEZAR ODASINI GÖRECEKSİNİZ, KAYANIN ÜZERİNDE KİTABESİ DE VAR, KAPIDAN BÜYÜK BİR MEZAR ODASINA GİRECEKSİNİZ” Aradık tardık, dört koldan öncüler gözcüler saldık, bahçelere daldık, irikıyım ağaçların kapattığı yamaçlarda kaya mezarlar aradık… Nafile,,, Ne Kitabe Ne Kapı bulabildik….. Bunca dolaşmadan sonra ilk yorulan da, ilk hesap sormaya başlayan da çocuklar oldu tabiî ki.
Nerede şu Kayalar, …. Durum galiba biraz GAME OVER.
Oturma eylemi başlamış, Ünal fotoğrafa sığmamış, Gülşah, Zülfiye, Sürel, ve Ali kaybolma hikayelerimizi hatırlayıp bizi protesto ediyorlar, Ferhat kamera arkasında olduğu için Hüseyin hesap vermeye çalışıyor. Tamam da, bu kadar gülecek ne var?
Geçen hafta da Ferhat ve Hüseyin Amasra’nın Fotoromanını çekmek amacıyla çıktıkları Ahatlar zirvesinde önce kaybolup, sonra yolu bulmamışlar mıydı… Üstelik bu defa biz kaybolmamıştık, sadece KAYA MEZARLAR kaybolmuştu.Yaman ve Ulaş sopayı ellerine aldılar, henüz hallerinden memnunlar, kuru dallardan oyuncaklar bilgisayar oyunlarının yerini almış…. Çelik çomak oyununda yedinci Level a gelinmiş, Game Over a daha çok var.Uzay’ın oyun dışı kaldığına mı, yoksa kaybolduğumuza mı kızdığını hiç anlayamadık…Öncümüz ve Dağcımız Dr. Sahra, bu kayanın önünden defalarca geçmiş ama arkasındakı Kaya Mezarının kapısını bir türlü görememişti… Nereden bilebilirdi ki Kaya Mezar Kayanın arkasına saklanır…

“Ah be Sahra, hani sen en tecrübeli dağcımızdın; binlerce yılın gizemini günümüzün medeni insanının define avcısı saldırganlığından korumak için bir kaya mezarın başka bir kayanın arkasına saklanacağını nasıl düşünemedin..

Taşa oyulmuş anıt yapısıyla, üzerindeki kitabesiyle bu günlere, bize ulaştırdığı bilgilerin aslında en değerli hazine olduğuna aldırmadan onun taş gövdesine saldıracak, mezar odalarındaki binlerce yıllık kültür değerlerini talan edecek olanlara karşı kendisini korumaya çalışacağını tahmin edemedin mi.
Onları Gavur Taşları olarak gören Saldırgan define avcıları yerine onların değerini bilecek, onları yumuşak elleriyle sarıp sarmalayarak, kitaplara, katologlara, fotoğraflara ve müzelere taşıyarak bütün insanlıkla paylaşacak Arkeologları beklediklerini bilemedin mi.

İnsanlık tarihinin bıraktığı bütün iz ve eserleri bir ortak miras olarak görüp, kültür ve tabiat varlıklarını koruyarak, yarınlara taşımakla görevli ve yetkili Bakanlık, Valilik, Belediye ve Müdürlük anlayışını özlediklerini aklına getiremedin mi.. ” Günümüzün sivil ve resmi Hoyratlıklarından korunmak için Kayaların ardına saklanan KAYA MEZAR sonunda bizim gerçek “Define Avcısı” olduğumuzu, onu Amasra.net sayfalarında tanıtarak koruyacağımızı anladı ve kapılarını bize ardına kadar açtı.. Amara.net in öncüsü Ferhat Latince kitabenin harfleri arasında dolaşıyor…

Bu Define Avcılığından size de aşağıdaki hazineleri getirdik..
İnsanlık tarihinin geleceğe bıraktığı değerlere sahip çıkalım.

Sizin de, insanlıkla ortak bir hazineniz olsun… Anadolunu pek çok yerinde rastlanan Kaya Mezarları hakkında bir çok bilimsel yayın vardır. Biz bunlardan bir tanesini amasra.net sayfalarına taşıyoruz.

Sanat Tarihçi Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün’e makalesini yayınlamamıza izin verdiği için teşekkür ediyor ve SKYLife dergisinde yayınlanan “LIKYA’NIN KAYA MEZARLARI” isimli yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

Sayın Aydıngün’ün diger eserleri ve faaliyetleri için www.aydingun.com isimli web sitesini ziyaret edebilirsiniz.

dskylife.jpg
Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün, Sanat Tarihçi. www.aydingun.com

LIKYA’NIN KAYA MEZARLARI

Cenaze törenlerinin en eskisinin günümüzden yaklaşık 150.000-60.000 yıl öncesine uzanan dönemde yaşamış Neandertal insan tipine ait olduğu saptanmıştır. Aletleri kullanmayı ve ateşi kontrol etmeyi öğrenen Neandertal insanının, ölülerini gömmeye başladığı, 1960’larda Kuzey Irak’ın Zagros Dağlarında yapılan bir kazı ile kanıtlanmıştır. Kazı sonucu, ölünün bedeninin toprak boyalarla boyandığı, etrafına yüzlerce çiçeğin bırakılmış olduğu, toprak analizleri ile tespit edilmiştir. Bu keşif, insanoğlunun bilinen en eski cenaze törenini ortaya çıkarmıştır.
Ölümden sonra tekrar hayata dönme düşüncesi her toplum için geçerli olmuş, ölümsüzlük üstüne düşünceler, giderek daha da gelişmiş, törenler farklılaşmış, insanların hayattan ayrıldıklarında sonsuz uykuya yatacakları mekanların düzenlenmesi kaygısı başlamıştır.
Ölen kişinin mezarına, öbür dünyada kullanması için eşyalar, kıymetli armağanlar bırakılmıştır. Mezar mimarileri de, kişilerin yaşamlarındaki standarda göre farklılaşmış, mezar yapılarının sade veya son derece ihtişamlı görüntüleri ortaya çıkmıştır. Hayattan ayrılan kişinin ekonomik ya da siyasi gücüne göre hazırlanan mezar yapılarının en etkileyici örnekleri Mısır’daki piramitlerdir.
Ölüyü, eve benzer bir mimari yapı içinde gömme adeti, Anadolu’da MÖ 3. binde başlamış, Roma İmparatorluk devrinin sonlarına kadar da kesintisiz sürmüştür. Küp ve oda şekilli mezarlar, lahitler, tümülüsler, anıt ve kaya mezarları, Anadolu’daki farklı uygarlıkların kültürlerini sergileyen en güzel örneklerdir.Anadolu mezar geleneği içerisinde kaya mezarları ayrı bir özellik sergiler. MÖ 1. binde hüküm sürmüş Anadolu uygarlıklarına ait kaya mezarları, oldukça yaygındır. Antik Çağda Karia ile Pamphylia olarak anılan bölgenin arasında yer alan Lykia’da (günümüzde Antalya ile Dalaman Çayı arasında kalan bölge), Anadolu kaya mezarlarının en etkileyicileri bulunmaktadır. Anadolu’nun en güzel coğrafyalarından biri olan bu bölgenin kaya mezarları, doğayla eşsiz bir uyum içindedir. Lykia’yı ünlü kılan da budur. İlk kez 18. yüzyılın sonuna doğru bölgeye gelen gezgin ve araştırmacılar tarafından farkedilen Lykia mezar anıtları, çeşitli yayınlarla dış dünyaya tanıtılmış, o tarihlerden itibaren yerli ve yabancı bilim dünyasının dikkatini çekmiş ve bir çok çalışmaya konu olmuşlardır.Bıraktıkları anıtsal kalıntılardan, dağlık ülkelerinde, dışarıya kapalı bir hayat sürdürdükleri ve özgürlüklerine düşkün oldukları anlaşılan Lykialılar, Anadolu’daki çeşitli milletler arasında daima farklı bir yer tutmuşlardır. Yerel dilleri halen çözülemeyen Lykialılar, yabancıların hakimiyetine uzun süre karşı koymuş ve Anadolu’da Roma’ya dahil olan en son eyalet olmuştur. Lykia halkı, bölgenin son derece dağlık ve ormanlık oluşu nedeniyle belli başlı şehirlerini ya kıyıya ya da Ksantos vadisine kurmuştur. Antik dönemdeki nüfusun tüm bölgede 200.000 kişiyi geçmediği sanılmaktadır. Bölge halkının yarattığı uygarlık izlerindeki taş işçiliğinin kalitesi dikkat çekicidir. Bu durum özellikle mezar mimarisinde kendisini göstermektedir. Lykia’nın mezar yapılarının pek çoğu Büyük İskender (MÖ 4. yüzyıl) döneminden önceye aittir. Adeta birer tapınak görünümde olan Lykia kaya mezarları, dağların yamaçlarına, insanların kolaylıkla ulaşamayacağı noktalara oyulmuşlardır. Bölgenin jeolojik yapısının yumuşak kireçtaşından oluşması, kayaların kolaylıkla işlenebilmesine olanak vermiştir. Bu özelliğinden olsa gerek Anadolu’nun hiçbir yerinde Lykia’daki kadar yoğun kaya mezarına rastlanmaz. Kaya mezarları genellikle İon düzeninde iki sütun, bir arşitrav ve alınlık içerir. Sütunlu bölümün arkasında kaya bloğunun oyularak derinleştirildiği iç cephe, mezar odasına girişi sağlayan anıtsal bir kapı ile içeri açılır. Mezar odasında da ölülerin yatırıldığı ve armağanların bırakıldığı taş sedirlerden oluşan sade mekanlar vardır. Sedirlerin sayısı, mezar odasının iç mekanının genişliğine göre değişmektedir. Bazı kaya mezarlarının dış cephelerine, mezar sahibinin özelliklerini ya da dönemin önemli olaylarını anlatan kabartmalar yapılmıştır. Kabartmalarda cenaze yemeği olarak bilinen sympozyum sahneleri sıklıkla görülür. Mezar kabartmalarında mitolojik figürler ve kahramanlar da konu alınmıştır. Anadolu efsaneleri içerisinde özgün bir yer tutan Bellerophon ve Chimaira (Bellerophon adlı kahramanın, kanatlı atı Pegasus’un yardımı ile ağzından ateşler çıkararak bölgeye korku salan üç başlı canavar Chimaria’yı öldürmesi) öyküsü, birçok Lykia kaya mezarında resmedilmiştir.Bazen mezar yapıları o kadar sıklıkla yapılmışlardır ki uzaktan bakıldığında dağın yamacına oyulmuş binlerce kuş yuvası izlenimini vermektedir. Bazı merkezlerde 2000’in üzerinde kaya mezarı yer almıştır. Antik çağda Lykia’da mezar kültürü dönemin zenginliğini göstermektedir. Bu zenginlik mezara bırakılan kıymetli hediyelerin çokluğu ve çeşidi açısından da kendini göstermiştir. Ancak, mezarların içindeki kıymetli hediyeler antik çağdaş itibaren soyguncuların iştahını kabartmıştır. Bu nedenle Lykia mezar yapılarının üzerinde, bir çok “mezar lanetlemesi” bulunmaktadır. Bu lanetlemelerde mezarın tahrip edilmemesi ve başka amaçlarla kullanılmaması için etkili sözler bulunmakta ve mezara girecek kişinin tanrılar tarafından cezalandırılacağı anlatılmaktadır. Ne yazık ki, bu önlemler de, kaya mezarlarının soyulmasına engel olamamıştır.